
Sedat Bozkurt
DENETLE - ME MESELESİ
Türkçe’ye özgü özelliklerden birisi de fiillere eklenen -me -ma gibi eklerle ad üretilmesidir. Bu eklerin olumsuzluk kattığı durumlar da vardır. Başlığımıza denetlemeyi koymamın nedeni güncel meselemiz olmasıdır. Buradaki -me eki tam da iktidarı rahatlatacak bir biçimde olumsuzluk yaratan ek olarak kabul edilebilir. Soru belli çünkü; “niye denetlemedin?”. Bu durumda yanıt da hazır; “Denetle – me dediniz”
Hiçbir iktidar denetlenmekten, kontrol edilmekten hoşlanmaz. Yüzlerce yıldır kurumsallaşmaya çalışan demokrasinin en önemli ayağı da bütün yönetim organlarının denetlenebilir olmasıdır. Buralardaki denetleme yöntemlerini, araçlarını uzun uzun konuşabiliriz. Örneğin, iktidarlar her yönetimlerde vardır. Ülkenin demokratik olarak nitelendirilmesi için muhalefetin de olması ve özgürce muhalefetini yapabilmesi gerekir. Muhalefetin denetleme aracı eleştiridir. Gazeteci de kamu adına yaptığı denetlemelerde uyarı görevini eleştiri olarak yapar. Bunlar yapılabiliyorsa o sisteme demokratik diyebiliriz. Çok temel olan demokrasinin bu ayağı işlemiyor ya da üzerinde bir baskı var ise o sisteme, yönetime demokrasi demek mümkün değildir. Türkiye’de iktidar hem muhalefet hem de medya tarafından eleştirilebiliyor, burada sıkıntı yok. Ama bu eleştiri, bir süre sonra size tam da o gün geçerli olacak bir biçimde, suç eylemi ya da söylemi haline getirilerek tutuklanıyor ya da yargılanabiliyorsunuz. Ya da anında bir yargı sürecine muhatap olabiliyorsunuz.
Demokratik sistemler denge ve denetleme üzerinden yol alırlar. Teorideki Türkiye’nin siyasal sisteminde de bu mevcuttur.
Bizim sistemimizde denge ve denetlemeyi devlet organları siyasi iktidara karşı kurmakla görevlendirilmişlerdir. Bu bazen “denge” meselesinde sıkıntı da çıkartmıştır. Sistemde bir dinamik olarak yer almamasına karşın askerin siyasal sistemdeki varlığı ve etkisi buna örnektir. Bu sistem dışı etkiler demokrasiye çok da zarar vermiştir. Varlığı gibi yokluğu da.
Güçler ayrılığına dayalı demokrasilerde yasama yani parlamento, yürütme ve yargı bir yandan birbirini denetlerken öte yandan denge içinde sistematik bir biçimde yazılı metinlerin üzerinden görev yaparlar.
Seçmen iradesi ile oluşan TBMM yasama faaliyetleri açısından bürokratik bir yapı olan Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir. Eski başbakan ile bakanların şimdi cumhurbaşkanının tek başına temsil ettiği yürütmenin aldığı kararlar ile uygulamaları da yine bürokratik bir yapı olan Danıştay’ın denetimindedir. Yürütmeyi bütçe başta olmak üzere TBMM'de sıkı bir biçimde, soru önergeleri, araştırma ve soruşturma komisyonları aracılığıyla denetler. Çok zor olsa da bakanları ve cumhurbaşkanını eylem ya da aldığı kararlar nedeniyle TBMM denetleyerek yargılanmasına veya yargılanmamasına karar verebilir. TBMM adına Sayıştay da mali açıdan kamu kurumlarını denetleyerek raporlarını TBMM ile gerekmesi halinde yargı organlarına iletir. Yargı kararları da bir üst yargı kurumu olan Yargıtay ve bireysel başvuru yöntemi ile Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir. Bu hiyerarşinin en son noktası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Hemen hemen her kamu kurumunda da müfettişler veya teftiş kurulları tarafından bir denetim sistemi mevcuttur. Şematik olarak baktığınızda muazzam bir denetim var, sistemin tıkır tıkır işlemesi koşuluyla.
AKP iktidarı denetlemeyi hiç sevmedi. 22 yıllık iktidarlarında devletin kendi içindeki denetim mekanizmaları ya etkisiz hale getirildi ya da yok edildi. Yukarıda özet olarak anlattığım denetleme sistemi artık hiç işlememektedir.
Bolu Kartalkaya’daki otel yangını ile bu denetleme tartışması tekrar başladı. Turizm Bakanı sorumlu olmasına karşın oteli denetlememiş. Daha doğrusu değiştirilen yönetmelikle denetleme zorunluluğu hemen hemen ortadan kaldırılmış.
Devlet ekonomik faaliyet alanlarında yoksa ki Türkiye ANAP döneminde devleti ekonomi alanından çekmek için kararlar almaya başladı. AKP’de bu zirve oldu. Bu değişimi “serbest piyasa ekonomisi” ne geçiş olarak adlandırdılar. Devlet, siyasal iktidarlar aracılığıyla bu “serbest” olarak adlandırılan ekonomi alanında hep bir biçimde oldu. Müşteri garantili ihaleler tam da budur.
Erdoğan sektörde iş yapan isimleri bakan olarak atama kararı aldı. Ve bunun çok iyi olacağına inandığını de açıkladı. Mantığını da ortaya koymuştu, devlet şirket gibi yönetilecekti. Ama olmadı.
Bu “serbest piyasa ekonomik modeli” olarak adlandırılan neo liberal olarak da nitelemenin mümkün olduğu modelde devlete tek görev düşüyordu. O da ekonomik alanı kamu adına modern memleketlerde olduğu gibi denetlemek. İşte sıkıntı burada ortaya çıktı. Sağlık bakanı hastane sahibiydi ve tüm sermaye sahipleri gibi denetlenmekten hoşlanmıyordu. Yeni doğmuş bebeklerin para için seri olarak öldürüldüğü tablo ile belki dünya ilk kez karşılaştı. Bakanın hastanelerinden birisi de suç mahalliydi.
Turizm Bakanının hem otelleri hem de acentesi var. Kartalkaya’daki otel denetlenmedi. 79 kişi yangında öldü. Turizm Bakanı otel sahibi olarak devletten teşvik istiyordu, devlet adına da bakan olarak bu talebi onaylıyordu. Otellerin denetlenmesi demek ek maliyet demekti. Bir patronun en son isteyeceği şey yani. Denetlenmek istemeyen patron aynı zamanda denetleme görevi bulunan bakan. Baştan sona acayip bir durum yani.
O oteller de denetlenmedi doğal olarak. Bakan koltuğuna en son oturması gereken isimler, devletin denetlemek zorunda olan kişiler olunca denetlemek de sadece teoride kalıyor. Bunu gereksiz yere pek çok şey gibi tekrar test ettik…