Türkiye ve deprem gerçeği
ERHAN MATARACI - ANALİZ
Doğal olaylar, içerisinde yaşadığımız yerkürenin uzun zamandır şekillenmesi ve şekil değiştirmesi neticesinde oluşan ve tarihin sonuna kadar da yaşanacak olaylardır. Rüzgarlar, depremler, heyelanlar vs. içinde bulunduğumuz Dünya’da güneşin doğup batması kadar doğal olaylar. Yani biz istesek de istemesek de bu olaylar her zaman yaşanacak gayet doğal olaylardır.
Bu gerçekleri doğal karşılamak kesinlikle bazen binlerce hatta yüz binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, bazı bölgelerde medeniyetlerin kaderini değiştirmeye kadar giden bu doğal olayları hafife almak değildir, aksine yerküre üzerinde yaşayan biz insanoğlunun bu olayları çok doğal kabul etmesi ve onlarla yaşamayı öğrenmesi, çözüm olarak tam da gerekli olan yaklaşımdır. İnsanların bireysel yaşamlarında bile karşılaşacakları olaylar iki sınıfa ayrılır, müdahale edebileceklerimiz ve müdahale edemeyeceklerimiz. Askerlik sanatından bir örnek vermek gerekirse, karşıdaki ordunun gücü ve sayısı müdahale edebileceğimiz bir olay değildir ama onların güçlerini bilerek kendi ordumuzda önlemler almak müdahale edebileceğimiz kısımdır. 1999 depremi sonrasında tüm Türkiye’nin uzun zaman en çok konuştuğu isim olan Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’nın “deprem öldürmez, bina öldürür” sözü tam olarak bunu kastetmektedir. Deprem bizim müdahale edemeyeceğimiz bir gerçek, ama kendi ellerimizle inşa ettiğimiz binaların kalitesi müdahale edebileceğimiz durumdur.
Doğru bilinen yanlışlar...
Türkiye’de yaşadığımız her depremden sonra, depremle ilgili uzmanlar çıkıp deprem dalgalarının şiddetini, binalara yapacakları etkileri vs. anlatıyorlar. İnşaat alanındaki uzmanlar kalkıp binalarda kullanılacak betonların kalitelerini, kalıpların içerisine yerleştirilecek olanların demirlerin tiplerini anlatıyorlar. Buralardan edindikleri bilgiler sonrasında insanlar bir yere taşınacakları zaman binada kullanılmış betonu, demiri vs. sormaya başlıyorlar. Şu an Türkiye’nin neredeyse tamamı C40 ve C30 beton tanımlarını biliyor, sismik izolatörleri biliyor, insanlar kulaktan dolma birçok bilgiyle donanmış durumdalar ama aslında insanların bu bilgileri biliyor olması kesinlikle gerekli değil ve olmamalı. Hatta kulağınıza gelmiş bir bilginin yanlış olma ihtimali de her zaman mevcut. Örnek vermek gerekirse şu an herkes sismik izolatörlü binalarda oturmak istiyor, hatta bu teknolojinin kullanıldığı binalar daha yüksek fiyatlardan satılıyor. Ama inşaat mühendisliği biliminin söylediğine göre sismik izolatörler belirli bir yüksekliği altında daha yıkıcı etki yapabiliyorlar.
Çelik yapıların imalatında her zaman farklı yöntemler kullanılabilir. Bir vinçte kullandığınız çelik birleştirme sistemini bir köprüde uygularsanız çok kısa zaman sonra o köprü yıkılır, bir asma köprü yorulmaya karşı dirençli olmalıdır. Bu nedenle iyi kaynak dolgun kaynaktır dersek ve bu kaynak yöntemini ülkemizde çok önemli bulunan asma köprülerde kullanırsak, bir süre sonra o köprülerin mühendislikte yorulma tabir etkiye dayanamayacağını görürüz. Tam da bu sebeple her gün belki milyonlarca insanı iki kıta arasında taşıyan İstanbul Boğaz köprülerinin kaynakları içe doğru göçüktür ve bu şekilde olmalıdır. Ama aynı kaynak yöntemi evinizdeki tüpte olursa bu sefer her an patlama riski olan bir bombayı evimizde taşıyor oluruz.
Bu korkuları yaşamamamız gerekiyor
Bir kişinin makina mühendisi olması, inşaat mühendisi olması veya farklı bir mühendislik alanında yetişmesi en az 16 seneyi alıyor. Bu kadar bir birikimin aktarılmasından sonra o insanın mezun olduğu mühendislik dalının alt bir biriminde yetişmesi ve deneyimli hale gelmesi de belki 5 sene alıyor. Bu kadar bir deneyimi, televizyon veya gazetelerden birkaç gün içinde öğrenmemiz tamamen akla ve bilime hakaret bir yaklaşımdır. Ancak böyle facia dönemlerinde TV kanallarının veya gazetelerin reyting amacıyla yaptıkları yayınlar tam da bu özelliği taşıyor. Sunucu bir uzmana soruyor: Binaların yıkılmaması için ne yapılmalı? Verilmesi gereken cevap bu bilginin bir mühendis veya mimara üniversitede en az 4 yılda anlatıldığı olmalıdır. Ancak yayına katılan konukta genelde elinde bir demir parçası veya beton numunesiyle karşısındaki sunucunun reyting çalışmasına katkıda bulunmaktan öteye geçmiyor. İnsanların kesinlikle mantığıyla anlayamayacakları saatlerce ders gibi anlatıyorlar.
Deprem veya diğer felaketler konusunda insanımızın yaşaması gereken duygu tam olarak arkasına yaslanmak ve bu korkuları yaşamamak olmalıdır. Yaşadığı ülkede, her imalat, her üretim, her inşaat alanında uzman bilim insanları tarafından oluşturulmuş yönetmelikler, prosedürler veya standartlara göre yapılmak zorundadır ve hiçbir bireysel inisiyatif bu standartları delebilecek güçte değildir. Bu yönetmelikler farklı özellikler barındıran bir coğrafya da her ile her bölgeye göre şekillendirilmiştir ve içinde bulunduğu bina kendisini bölgenin en büyük risklerinden koruyacaktır, çünkü tüm riskler mühendislik hesaplamalarında göz önünde bulundurulmuştur.
Japonya örneği...
Her deprem sonrasında en çok konuşulan ve örnek verilen ülke olarak herkesin aklına Japonya geliyor, bakın ne kadar şiddetli deprem oluyor ama insanlar ne kadar rahatlar minvalinde videolar yayılıyor, Japonya’da binalar nasıl yapılıyor tartışmaları yapılıyor. Bu soruların cevabını mimar veya inşaat mühendisi olmayan Japon vatandaşları da bilmiyorlar. Ülkede sadece depreme karşı değil, her tür felaket veya kazaya karşı oluşturulmuş önlem bir kalite yönetim sistemi bilincidir. Herkes kendi işini en iyi şekilde yapar, hata yaptığı yerlerde de oluşturulmuş kalite yönetim sistemleri bu hataları önler. Japonların esas ünlü oldukları alan depreme karşı yaptıkları yapılardan ziyade Kaizen, 6 Sigma, Toyota sistemi gibi geliştirmiş oldukları sistemlerdir. Bir insanın 2025 yılında Dünya’da geliştirilmiş olan tüm teknolojilerden haberdar olamayacaklarını kabullenmiş olmak ve işi ehline vermek adetlerinden dolayı birçok felaketten korunabiliyorlar. Bu yönetim sistemlerine göre inşaatın bütün aşamaları en ufak ayrıntısına kadar detaylı şekilde tanımlanır, tanımlanmış her bir aşama için yapılacak olan kontroller ve bu kontrollerin hangi standarda göre olacağına karar verilir. Bu kontrollerin kimler tarafından yapılacağı ve yaptıkları zaman ne şekilde raporlanacakları bile henüz inşaat aşaması başlamadan önce hazırdır. En önemlisi ise tanımlanmış her aşamanın gerekli kontrolleri yapılmadan ve belirlenmiş şekilde onaylanıp raporlanmadan bir sonraki aşamaya geçmesine izin verilmez. Yani inşaat, bireylerin inisiyatif ve deneyimlerine dayalı değil, bilimsel gerçeklere ve uluslararası standartlara göre belirlenmiş kurallara göre tamamlanır.
Bu sebeplerden dolayı Türkiye’de depreme karşı almamız gereken öncelikli önlem genel olarak bir kalite yönetim sistemi kültürünün her alanda oluşturulmasıdır. Bu sadece binalar için değil, kullandığımız yollar, köprüler, ürettiğimiz makinalar, inşa ettiğimiz enerji santralleri gibi her tür inşaat ve imalat için zaruridir.